Soner Yalçın ve Homeopati Zırvaları

Soner Yalçın, tartışmaktan neden kaçıyor?

Profile picture for user medikritik

medikritik Pa, 15/12/2019 – 21:17

FacebookTwitterEmailWhatsApp

Soner Yalçın, Kara Kutu’da yazdıklarının önemlice bir bölümünün desteksiz atış olduğunu kanıtlayan eleştiri yazılarımızın ardından hırçınlaştı, Türkiye’nin muhalif kanalları, gazeteleri, internet sitelerindeki gücünü kullanarak eleştirenlere aba altından, hatta üstünden sopa gösteriyor. Kendisine destek veren medyatik hekimlere, yönettiği ve nüfuzunu kullandığı muhalif (!) yayın organlarında bol bol yer veriliyor, al gülüm ver gülüm tarzında taraflar birbirine övgüler düzüyor,  günlerce röportaj dizileri yapılıyor ve çok yönlü desteksiz atışlar zincirleme devam ettiriliyor. Soner Yalçın hızını alamıyor, Sözcü gazetesinde, günde bir milyon bilmem kaç kere tıklanmakla övündükleri Oda TV’de kendisini bilimsel kanıtlarla eleştirenlere  “Duvara tosladınız, hesaplaşacağız” diye başlıklar atarak yazılar döşeniyor, tehditler savuruyor. Hodri meydan Soner Yalçın, çık karşımıza da hesaplaşalım dilediğin kanalda, kim duvara tosladı, kim duvarın altında kaldı görelim.

Yalçın’ın Kara Kutu’da söylediklerinin bir bölümü elbette doğru, kırk tane doğru söylüyor, arasına elli tane yalan, yanlış, desteksiz atış, palavra sokuşturuyor ve bulamaç yapıyor, zihinleri bulandırıyor, itirazımız buna. Kara Kutu’da vurgulanan ve hepimizin malumu olan doğruları zaten yıllardır savunuyor, tıp karteline karşı somut mücadeleler veriyoruz, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünde olduğu gibi yaptıklarımız da ortada. Yalçın gibi bilmeyenler ya da bilmemezlikten gelenlere söyleyecek sözümüz de yok, kendi tercihleridir.

Şimdi Kara Kutu’nun temelini oluşturan ve güya Rockefeller Hanedanının yönettiği “endüstriyel tıp” tarafından bir kaşık suda boğulduğunu iddia ettiği (?) homeopati zırvalarına devam edelim. Homeopatinin ne menem bir palavra olduğunun kanıtlanması Kara Kutu’nun da temel dayanağının çökmesi anlamına geliyor zira. Yalçın en iddialı olduğu homeopati konusunda duvara toslamış oluyor böylece, hesaplaşacağız derken yerle yeksan olan Kara Kutu duvarının altında kalıveriyor.

Bu konuda Dr. Işıl Arıcan’ın mükemmel derlemesini referans alacağız yine.  Dr Arıcan’ın “Yalansavar” sitesindeki “Homeopati: Sulandırılmış Tıp” başlıklı derlemesinin ilk kısmını Medikritik sitesinde yayınlanan “KARA KUTU KİTABINDA HOMEOPATİ İLE İLGİLİ İDDİALAR UYDURMADIR”başlıklı yazımda uzun uzadıya ele almıştım. Zira bu derleme “Kara Kutu” kitabındaki dayanaksız homeopati saçmalıklarına tokat gibi yanıt niteliğindeydi. Düşünebiliyor musunuz Kara Kutu’da yere göğe konulamayan homeopatik tıbbın ticari ürün olarak kakaladığı ve her yıl baş döndürücü bir biçimde artış gösteren homeopati pazarında tüketiciye satılan milyonlarca-milyarca kez sulandırılmış, seyreltilmiş remediler içinde Berlin Duvarı molozlarının suyunun suyu bile vardı. En tuhaf homeopatik remedilerden biri olan bu remedi 1989 yılında yıkılan Berlin Duvarı’nın moloz kalıntılarından yapılan “Murus Berlinensis” idi.  İçinde 14 gr çeker tableti olan bir kutu Murus Berlinensis’i iki yıl önce yaklaşık 250 TL’ye satan (kakalayan dememiz daha doğru) Helios Homeopati şirketinin iddiasına göre, Berlin Duvarı insanları bir gecede birbirinden ayırıp yabancılaştırdığı için bu remedi yabancılık ve depresyon çekenlere birebirdi! Şaka gibiydi adeta, gülseniz mi ağlasanız mı karar veremiyordunuz.

Çılgın Homeopati Remedisi: Berlin Duvarı – Murus Berlinensis

Dr. Arıcan’ın homeopati derlemesinin son bölümünün ara başlıkları şunlar: “Homeopatik Remediler Nasıl Hazırlanır?”  “Homeopatik Sulandırma” “Homeopatik Çalkalama” Homeopatinin etkinliği gösterildi mi?” “Çift Kontrollü Deney” “Homeopatinin Cazibesi” Şimdi dikkatle yazdıklarını okuyalım.

Homeopatik Sulandırma

Homepatinin klasik bitkisel tedavilerden belki de en büyük farkı kendine has sulandırma yöntemi. Homeopatlar, benzer benzeri iyileştirir ilkesi uyarınca seçtikleri maddelere “nosod “ derler ve bu maddelerden tedavi etkisi olduğunu düşündükleri özütü çıkarır, sonra da “ana tentür” dedikleri bu özütü ileri derece sulandırarak farklı derişimlerdeki homeopatik remedileri hazırlarlar.

Özüt çıkarma yöntemi kullanılan maddeye göre değişebilir. Bitkisel madde kullanan homeopatik ilaçlarda bu yöntem genelde bitkiyi alkolde bekleterek içindeki özütün alkol solüsyonuna geçmesi şeklindedir. İrin, yılan zehiri, kan, cıva gibi kendiliğinden sıvı maddeler doğrudan ana tentür olarak kullanılabilir. Tırnak, kemik, böcek vs gibi katı maddeleri veya Berlin duvarı gibi egzotik cisimleri ise genelde havanda döverek toz haline getirir ve bu tozu su ya da alkol ile karıştırarak ana tentürlerini hazırlarlar.

Ana tentür hazırlandıktan sonraki adım istenen derişimdeki homeopatik remediyi hazılamaktır. Homeopati ilkelerine göre, bir ana tentür ne kadar seyreltilirse etkisi de o kadar artar. Bu da, aslında homeopati yönteminin tedavi edici olduğunu iddia ettiği ilkenin herhangi bir fiziksel ya da kimyasal mekanizmadan çok, homepatların inandığı mistik bir güce dayandığının önemli bir göstergesidir.

Homepati remedilerinin üzerinde gördüğünüz 1X, 10X, 1C, 30C gibi ifadeler, o remedinin ana tentürden ne kadar sulandırarak hazırlandığını gösterir.

Bir maddenin 4C derişimine ulaşması için o maddenin 1 damlasını 100.000.000 (yüz milyon) damla su ile karıştırmak gerekir.

1X kuvvetindeki remediler, 1/10 oranında sulandırılmış remedilerdir. Yani hazırlanan ana tentürün 1 damlası, 9 damla su ile karıştırılarak iyice çalkalandığında ortaya çıkan remediye 1X denir.  Buradaki X, roma rakamı olan 10’dan geliyor. 2X remedi hazırlamak için 1X remediden alınan bir damla, yeniden 9 damla su ile karıştırılır. Ortaya çıkan yeni karışımda, aktif madde artık 1/100 oranındadır. Bu remediye yüzde bir aktif madde taşıdığı için 2X yerine 1C de denir. Bu şekilde devam edilerek her aşamada bir kat daha sulandırılan çözeltiler git gide içlerindeki aktif maddeyi kaybeder ve çoğunluğu su haline gelmeye başlar. Hazırlanan sıvı remediler, ya sıvı halde kullanılır ya da şeker tabletlerine damlatılarak tablet olarak hastalara verilir.

Homeopatların sıklıkla kullandığı çözeltiler 6C, 12C ve 30C derişiminde. 30C derişimindeki bir homeopatik remedi, içindeki aktif ana tentür 30 defa 1/100 oranında sulandırılmış çözelti demek.

Daha net açıklamak gerekirse, bir maddenin 30C derişimine ulaşması için o maddenin 1 damlasını 1.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000 damla (1060 damla) su ile karıştırmak gerekir.  Gözlenebilen evrendeki toplam atom sayısının 1080 damla olduğunu anımsayacak olursak, bu denli bir derişimden sonra elde edilen nihai çözeltide aktif maddeden eser kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir hastanın 30C sulandırılmış bir remedi kullandığında,  başta kullanılan ana tentüre ait bir molekülü içebilmesi için 1034 litre sıvı çözelti  tüketmesi gerekli. Bu kadar sıvının, dünyanın hacminin 10 milyar katı olduğunu belirtmekte fayda var.

Bugün bildiğimiz kimya ve fizyoloji bilgileri ışığında içinde hiçbir aktif madde kalmamış ve sudan ibaret bir remedinin nasıl olup da herhangi bir hastalığa iyi geleceğine ikna olmak pek mümkün değil. Bu remedileri kullanan kişiler kendi ifadelerinde remedilerden fayda gördüklerini söyleseler de bu etkinin plasebo etkisi dışında anlamlı bir etki olduğunu söylemek imkansız. Homeopatlar, bu tartışmaya yer bırakmayan matematiksel hesaba karşı homeopatinin etkinliğini bir diğer prensip olan çalkalama prensibi ile açıklamaya çalışıyorlar.

Homeopatik Çalkalama

Homeopatlar, sulandırma ile hazırladıkları remedilerde sudan başka bir şey olmadığını açık yüreklilikle kabul etmelerine rağmen, bu süreç sırasında yaptıkları şiddetli çalkalamanın ana tentürde bulunan aktif maddelerin içindeki ”büyülü etkiyi” hazırladıkları remediye geçirdiğine inanırlar. Homeopatik yönteme göre, ana tentür her bir sulandırılma evresinden geçerken şiddetle çalkalanır. İddiaya göre bu çalkalama, aktif madde moleküllerinin su moleküllerine çarpıp onları değiştirmesine neden olur. Su moleküllerinin hafızası olduğunu iddia eden homepatlar, bu şekilde bir çözelti ne kadar sulanırsa sulansın, içindeki aktif madde azalmasına rağmen kuvvetinin çalkalandığı oranda arttığına inanırlar.


Yıllardır madde yapısı ve atom fiziği ile uğraşan bilim insanlarının suyun bu tip bir hafızasının olduğuna ilişkin hiçbir gözlemi olmamasına rağmen, homeopatların inandığı bu iddianın cevaplayamadığı iki ana soru var. Eğer su moleküllerinin bir hafızası varsa, nasıl oluyor da bu hafıza sadece homeopatik ilaçlarda oluyor da musluğumuzdan akan su geçtiği yerdeki karşılaştığı diğer maddeleri anımsayamıyor? Saman nezlem için kullanmamı önerdikleri soğan suyundan hazırlanan 30C oranındaki homeopatik remedi daha önce göldeyken yanında yüzen balıkları, kanalizasyondayken yanında geçen diğer maddeleri anımsamıyor ama nasıl soğanı bir şekilde aklında tutuyor?

Ya da aynı remediyi homeopatik tablet olarak alıyorsam, üzerine 30C remedi damlatılmış şeker tableti nasıl oluyor da içinde soğandan eser kalmamasına rağmen güya hafızasında soğanı tutmuş olan su molekülleri tamamen buharlaşıp havaya karıştıktan ve kuruduktan sonra beni tedavi ediyor?

Homeopati tutkunlarının bu sorulara verecek cevapları pek yok. Bu konular açılınca genelde iş dönüp dolaşıp sulandırma sırasındaki uygulanan ritüel ve çalkalama metodolojisine geliyor. Diyorlar ki, su molekülleri ancak homeopatlar tarafından uygun şekilde çalkalanınca etraflarındaki molekülleri anımsıyorlar. Bu iddianın takdir ederseniz ki okunmuş suya veya muskaya inanmaktan pek de farkı yok.

Homeopatinin etkinliği gösterildi mi?

Homeopatik remedilerde kullanılan maddelerin tedavi ettikleri hastalıkların esas nedenini iyileştirmek gibi bir etkileri olmaması, satılan remedilerin içinde çoğu zaman su veya şekerden ibaret olması ve bahsedilen sihirli çalkalama etkisinin su molekülerinde herhangi bir değişiklik yarattığının gösterilememiş olmasına rağmen homeopatlar tedavilerinin etkin olduğunu iddia ediyorlar. Hatta öyle ki, bugün modern tıbbın çaresiz kaldığı pek çok hastalığı iyileştirdiklerini öne sürüyorlar. Bu iddialarını savunurken de genelde son çare olarak “Bir şekilde çalışıyor, nasıl bilmiyoruz ama hastalar iyileşiyor” diyorlar.  Peki, homeopati uygulayan hastaların iyileştiğini gösteren deliller var mı elimizde?

İster modern tıbba ait olsun, ister homeopati gibi alternatif tıbba, bir tedavinin işe yaradığını gösteren çalışmalar “çift körlü kontrollü” deneylerdir. Örneğin bir ilacı test etmek için 200 kişi alır, bunları rastgele iki gruba ayırırsınız. Sonra gruplardan birine test etmek istediğiniz ilacı, diğerine de etkisiz olduğunu bildiğiniz ama hastaların şekli, kokusu ve tadından deney konusu olan tedaviden farkını ayırt edemeyecekleri bir ilacı verirsiniz. Bu çalışmayı yaparken hastalara tedaviyi veren kişilerin olası ön yargılarının sonuçlara etki etmesini engellemek için tedavi uygulayanların da hangi hastaya hangi ilacı verdiklerini bilmemelerini sağlarsınız. Örneğin ilaçları kapalı numaralı zarflara koyar ve ilacı veren kişinin hastaya verdiği zarfta hangi ilaç olduğunu bilmesini engellersiniz. Daha sonra iki gruptaki hastalardan hangisinin ne kadar iyileştiğine bakarsınız. Eğer gerçek ilacı alan hastalarda kayda değer bir farklılık, daha fazla oranda iyileşme gözlüyorsanız test etmek istediğiniz ilacın etkin olduğu sonucuna varırsınız. İki grup arasında bir fark gözlenmiyorsa, o zaman varmanız gereken kanı umut bağladığınız yeni ilacınızın plasebodan farksız olduğudur.

Çift körlü kontrollü deneyde, hastalar hangi ilacı aldıklarını bilmediği gibi, doktor da hangi hastaya ne ilaç verdiğini bilmez.

Homeopatinin etkin olup olmadığını test etmek için yukarıdaki esaslara uygun yapılan yüzlerce çalışmanın sonucu bize aynı şeyi söylüyor: Homeopatik remedilerin, plasebo için verilen ilaçlardan hiçbir farkı yok. Kısaca ha homeopatik remedi almış, ha musluk suyunu ilaç olduğuna inanarak içmişsiniz. İkisi de sadece tedavi olduğunuza inanmanın getirdiği plasebo etkisini gösteriyor. Bu remedileri alan kişilerde geçici süreliğine tedavi olma beklentisi nedeni ile kısmen iyileşme gözlenmesine rağmen kısa zaman içinde eski şikâyetleri yeniden ortaya çıkıyor. Hatta hastanın öznel şikâyetlerini bir kenara bırakır ve hastalığın ne durumda olduğunu nesnel testlerle takip ederseniz, aslında hastalık sürecinde hiçbir iyileşme olmadığını görmek mümkün.

Bu konuda yapılan en detaylı çalışmalardan biri, 2005 yılında Shang ve arkadaşları tarafından yürütülen ve The Lancet isimli tıp dergisinde yayımlanan bir meta analizShang ve ekibi, 19 farklı kaynağı tarayıp bu kaynaklarda yayımlanan 110 homeopati etkinlik deneyinin toplu bir analizini yaptıklarında, bu analizlerin hepsinin ortak bir sonucu olduğunu gözler önüne seriyor: Homeopatik remedilerin, plasebodan öte bir etkileri yok.

Homeopatlar oldukça çok denek içeren bu kapsamlı çalışmalara karşı genelde özellikle alternatif tıp dergilerinde homeopati lehine yayınlanan tek tük başka çalışmaları delil olarak gösteriyorlar. Ancak homeopatinin etkin olduğunu iddia eden bu çalışmaların birkaç ortak özelliği var. Bunlar sıklıkla az sayıda denek içeren ve tedaviyi alan ve veren kişilerin körlenmediği, yani aldıkları ilacın homeopati ilacı mı, yoksa etkisiz mi olduğunu anladıkları (plasebo olup olmadığını anladıkları) çalışmalar. Homeopati derneklerine ait yayın organlarında yer alan bu çalışmaları alıp, uygun deney düzeneği ve çift kontrollü deneylerle aynı çalışmayı tekrarladığımızda ise, gözlenen bu etkinin pek de mucizevi olmayan şekilde ortadan kalktığını görüyoruz.

Homeopatinin cazibesi

Homeopatik remedilerin içinde hiçbir aktif madde olmamasına, bu remedilerin etkin olmadığının defalarca gösterilmesine,  homeopatik tedavi yapmaya karar vermiş birkaç tıp doktorunu saymazsak kendini homeopat ilan eden pek çok kişinin hiçbir tıbbi birikimi olmamasına rağmen nasıl oluyor da hayal tacirliğinden ibaret bu yöntem dünyanın her yerinde gitgide yandaş kazanıyor? (Tıpkı Kara Kutu kitabında ballandıra ballandıra anlatıldığı gibi)

Bunun belki de en önemli nedeni hastaların yaşadıkları modern tıbbın uygulama şeklinden kaynaklanan sorunlar. Günümüzde, tıp hizmetinin son derece kâr odaklı olması, doktor hasta ilişkisinin gitgide mekanikleşmesi ve ilaç firmalarının etik olmayan uygulamaları nedeniyle insanların modern tıbba olan güvenleri azalmış durumda. Oldukça yüklü miktarlarda vizite ücreti ödeyen hastalar, doğal olarak gittikleri doktorlardan ilgi ve alâka bekliyor. Oysa pek çok doktor muayenesi son derece kısa sürüyor ve hastalar sıklıkla geçiştirildikleri hissine kapılıyorlar. Muayene sırasında yüzlerine bile bakmayan ve bir sonraki hastaya yetişme kaygısı ile hastanın kendini ifade etmesine imkan vermeden bir reçete yazıp hastanın eline tutuşturan doktorlar nedeniyle hastalar kendilerini uzun uzadıya dinleyecek homeopatları tercih ediyorlar. Benzer şekilde ilaç firmalarının zaman zaman etkinliği olmayan ilaçlar allayıp pullayıp piyasaya sürüyor olmaları ya da ciddi yan etkileri olduğu bilinen ilaçları bu etkilerini gizleyerek satmaya devam etmeleri nedeniyle hastalarda hekimlerinin verdiği ilaçlara genel bir güvensizlik oluşmuş durumda.

Bu çekinceler ışığında alternatif çıkış noktası arayan hastalar, kendilerine yeterince zaman ayıran, onları enine boyuna dinleyen homeopatlar ile tanıştıklarında çoğu zaman standart bir doktor muayenesinden çok daha fazla tatmin oluyorlar. Üstüne üstlük, homeopatların kendilerine verdikleri ilaçları ‘tamamen doğal ve ‘hiçbir yan etkisi yok diye lanse etmeleri hastaları bu yöntemi en azından denemeye ikna ediyor.

Bu açıdan bakıldığında homeopatinin faydası olmasa da en azından zararı olmadığı, hatta hasta memnuniyeti açısından olumlu bile olduğu düşünülebilir. Ancak olay bu kadar basit değil elbette. Pek çok hastanın homeopati tedavisine başladıktan sonra tedavi edici özelliği olan gerçek ilaçlarını bıraktığını, tedavisine ara verdiğini görüyoruz. Söz konusu durum soğuk algınlığı ya da kendi kendine geçen basit hastalıklarsa bu sorun olmayabilir, ancak hastaların homeopatik remedi alıyorum diye tansiyon ilaçlarını bıraktıkları, kanser tedavisini aksattıkları sık görülen durumlarİlaveten, tedavisi mümkün olmayan bazı durumları homeopatın kendilerini tedavi edeceği iddiasına inanan pek çok hastanın boş umutlarla maddi ve manevi pek çok külfetin altına girdiğini de unutmamak gerekli.

Bu nedenle homeopati ile mücadele etmek, bu yöntemden medet uman kişilere tedavi edici olduğunu sandıkları remedilerin aslında pahalıya satılan sudan ibaret olduğunu anlatmak, maddi birikimlerini anlamsız tedavilere yatırmalarını engelleyecek şekilde toplumu bilinçlendirmek çok önemli.

Bir başka önemli konu da modern tıpla uğraşan bizlerin, homeopatinin pazarlama başarısından dersler alarak modern tıp ve ilaç endüstrisindeki sorunlarla mücadele etmesi. Ne zaman ki ilaç endüstrisinin etik olmayan uygulamalarını engelleyip, hastalara hak ettikleri ilgi ve önemi göstermeye başlayacağız, ancak o zaman modern tıptaki sorunlar nedeniyle bu tip asılsız uygulamalara bel bağlayan kişilerin güvenini tekrar geri kazanmamız mümkün olacak. Bu da bu hastaların maddi ve manevi olarak bu tip içi boş yöntemlerle suiistimal edilmesinin önüne geçebilmemizin en önemli yolu.

Dr. Işıl Arıcan’ın Yalansavar sitesinde yayınlanan “Homeopati : Sulandırılmış Tıp” başlıklı mükemmel derlemesi Kara Kutu kitabının temelini oluşturan “Homeopatik Tıp Mucizesinin (!)” ne menem bir palavra olduğunu ayan beyan gözler önüne seriyor. Yazının tümüne şu linkten ulaşabilirsiniz:https://yalansavar.org/2017/09/12/homeopati-sulandilmis-tip/

Soner Yalçın’ın Kara Kutu kitabındaki dayanaksız iddialarını çürütmeye devam edeceğiz. Aşılar konusunda toplumun zihnini bulandıran Yalçın’a tıpkı homeopati konusunda olduğu gibi tokat gibi cevaplarımızla hak ettiği karşılığı vereceğiz. Madem bizler için “Duvara tosladınız, hesaplaşacağız” diyor biz de restini görüyoruz, Hodri meydan Yalçın, çık karşımıza duvara toslayan kim kamuoyu önünde ortaya çıksın.

Dr. Ali Rıza Üçer

Tıp Kurumu Genel Sekreteri

http://www.medikritik.com/haberler/soner-yalcin-tartismaktan-neden-kaciyor

Yorum bırakın